Ana Sayfa
ZİYARETÇİ DEFTERİ
HAKKIMDA
HABERLER
MAKALELER
=> OLUMSUZ DÜŞÜNEN İNSANLARI DUYMAYIN.
=> SULTAN II. BAYEZİD KÜLLÜYESİ DARÜŞŞİFASI
=> ZİHİNSEL ÖZÜRLÜ ÇOCUKLARI OLAN EBEVEYNLERE ÖNERİLER
=> BEKLENTİ VE ZORLUKLAR
=> ÖRNEK BİR YEREL YÖNETİM
=> HİPERAKTİF ÇOCUKLAR VE İLAÇ KULLANIMI
=> ON YEDİNCİ MİLLÎ EĞİTİM ŞÛRASI'NDA ÖZEL EĞİTİM
=> KAYIP YILDIZ
=> BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
=> ENGELLİLERDE REKREASYON
=> BESLENMENİN ZİHİNSEL GELİŞİM ÜZERİNE ETKİSİ
=> Çocuğum çok ders çalışıyor ama başarılı olamıyor?
DOKÜMANLAR(Özel Eğitimcilere)
FORUM
ENGELLİ SPOR
MEVZUAT
PROGRAMLAR
YAYINLAR
KURUMLAR
ENGELLİ SAĞLIĞI
ARAŞTIRMALAR
TEZLER
ÖZVERİ DERGİSİ
AİLE EĞİTİM SETİ
ENGELLİ VE TEKNOLOJİ
YARARLI LİNKLER
ENGELLİ VE DİN
ENGELLİ FİLMLERİ
KİTAPLAR
ÜNLÜ ENGELLİLER
KÖŞE YAZARLARI
ENGELLİ HAKLARI
EĞİTİM VİDEOLARI
SULTAN II. BAYEZİD KÜLLÜYESİ DARÜŞŞİFASI

Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edebildiği bir hayal müessesi
SULTAN II. BAYEZİD KÜLLÜYESİ DARÜŞŞİFASI

 
Derleyen: Ali ÇAKIRBAŞ
Tarih Uzmanı Erciyes Üniv. Tarih Okutmanı

 
Teb'asını "Emanetullah" olarak gören Osmanlı Devleti'nde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini,aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını, İstanbul'daki bimarhaneleri gören Mongeri Pere'nin: "Burası Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir’ dediğini ve Osmanlı'nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiğini biliyor musunuz? Sultan II. Bayezid Külliyesi Darüşşifası, şimdiki ismiyle Trakya Üniversitesi Edirne Sağlık Müzesi, yüzyıllar öncesinde ruh hastalarının su sesi ve müzik ile tedavi edildiği bir hayır kurumuydu.

Darüşşifa adı ve Anlamı:

Darüşşifa, Türk ve İslam dünyasında pratiğe ve gözleme dayalı sağlık hizmetleri veren hastaları tedavi eden sağlık ve eğitim kurumlarına verilen isimlerden birisidir. Ayrıca Darüşşifalar bölgeden bölgeye değişen “Darü’l afiye”, “Dar-ür raha”, “Darü’s-sıhha”, “Dar-üt Tıp”, “Şifaiyye”, “Maristan”, “Bimaristan” ve “Bimarhane” gibi isimlerle de bilinmektedir. Sözlük anlamı olarak; Darüşşifa bileşik bir isim olup, Arapça Dar ( Ev, Yer, Mekan) ve Şifa ( hastalıklardan kurtulma, iyileşme ve dinlenme) sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Yani bugünkü hastanelerin yerine kullanılmaktaydı. Bazı metinlerde “Bimarhane” halk ağzındaki kullanımıyla “Tırmarhane” şekliyle akıl ve ruh hastalarının ayrı bir yerde tutularak tedavi edildikleri yer olarak da kullanılmıştır. “Tımar” kelimesi de genellikle tıp dilinde bir hastaya veya yaralıya bakma işlemine demek olup, bu işi yapanlara da “Tımarcı” denilmekteydi. (1) Sultan II. Bayezid Darüşşifası sadece akıl hastalarının tedavi edildiği bir yer değil, her türlü hastalıkların tedavi edildiği bir merkezdi. 

Tarihi Süreç İçinde Darüşşifalar:

Tarihi süreç içerinde baktığımızda Abbasîler döneminde gelişen hastaneler daha sonra hemen hemen her tarafta vakıf olarak ortaya çıktı. Selçuklular zamanında da gelişmesini devam ettiren bu hastanelerden; Şam, Bağdat, Musul ve Mardin'de inşa edilenleri pek meşhurdur. "Hastaneler, Selçuklular devrinin önemli sosyal yardım müesseseleridir. Anadolu Selçukluları XII. yy. dan itibaren hastane yapmaya başlamışlar ve bu sağlık kuruluşlarına Daru'ş-şifa, Daru's-sıhha, Bimaristan, Maristan gibi isimler vermişlerdir. Selçuklu hastaneleri başlangıçtan itibaren tıp öğrencilerine teori ve pratiği beraber gösteren tıp fakülteleri gibi çalışmışlardır. Mesela, Kayseri'de Gevher Nesibe tarafından 602/1205'de, Sivas'ta İzzeddin Keykavus tarafından 614/1217'de yaptırılan hastahaneler, bitişiğindeki tıp medreseleri ile yekpare binalar olarak hizmet görmüşlerdir. (2)

Selçuklular döneminde Anadolu'da yapılan önemli Daru'ş-şifalar şunlardır: Kayseri'de Gevher Nesibe (1205), Sivas'ta İzzeddin Keykavus Şifahanesi (1217), Divriği'de Turan Melik Darü'ş-Şifası (1228), Konya Darü'ş-Şifası (1219–1236), Çankırı'da Atabey Cemaleddin Ferruh Darü'ş-Şifası (1235).(3) "İktisadî ve kültürel bakımdan çok ileri bir durum arz eden Selçuklu Devleti'nde tababet o derece ehemmiyet kazanmıştı ki, hemen her şehir ve kasabada mevcut hastanelerde tedavi meccanî olup, her birinin büyük vakıfları vardır."(4) "Selçuklular, sağlık hizmetlerini yürütmek için sadece hastane yapmayı yeterli görmemişler, nerede sıcak ve şifalı bir su kaynağı bulmuşlarsa orayı derhal imar ederek bu sulardan istifadeyi düşünmüşlerdir."(5)

Osmanlı Devleti döneminde yapılmış olan Darüşşifalar; 1399 yılında Bursa’da Yıldırım Bayezid, 1470 yılında İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet, 1488 yılında Edirne’de Sultan II. Bayezid, 1550 yılında İstanbul’da Haseki Hürrem Sultan, 1556 yılında Süleymaniye, 1583 yılında Üsküdar’da Nurbanu Valide Sultan, 1591 yılında Manisa’da Yavuz Sultan Selim’in eşi Hafsa Sultan ve son olarak 1617 yılında İstanbul’da II. Ahmet tarafından kurulan değişik isimlerde Darüşşifalar bu kurumların en önemlileridir. Alman Seyyahı Fugger, 1589'da İstanbul'da 100 hastane olduğunu belirtiyor. Osmanlı Tarihçisi Yılmaz Öztuna bu rakamı mübalağalı bulursa da bu rakam İstanbul'da çok sayıda hastane bulunduğunu göstermektedir.

IV. Murat zamanında (1623-1640) İstanbul'da 9 hastane ve 19 imaret bulunduğu ise, resmî kayıtlardan anlaşılmaktadır.(6) Yine batılı seyyah Menavinus, İstanbul'da Bayezid Külliyesi'nin, akıl hastalarına mahsus bölümünde birbirinden tecrid edilmiş 40 akıl hastasına 150 hasta bakıcının hizmet verdiğini nakletmektedir.(7) Evliya Çelebi Sultan II. Bayezid Külliyesinde: 1682 yılında Edirne'yi i ziyaret eden Evliya Çelebi, külliyeden; "Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif ve kalemler ile yazılmaz " diye bahseder. Ünlü seyyah, ayrıca külliye için şu ilginç tanımlamaları kullanmıştır: "Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir karğir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San'atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır. Üç tarafları kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince, fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur. Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur".

Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne'nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı âşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altın ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar. Akıl hastalarının tedavisi konusunda Evliya Çelebi şu bilgileri verir: Yapılışından bir buçuk asır sonra Edirne'de II. Bayezid tarafından tesis edilmiş bulunan vakıf hastanenin akıl ve ruh hastalarına mahsus bimarhane kısmını gezen Evliya Çelebi burada çiçek yetiştirilerek, onların güzelliği ve kokusuyla hastaların tedavi edildiğinden, bu maksatla bilhassa lale, sümbül, reyhan, karanfil, nesrin, yasemin, deveboynu çiçeklerinin kullanıldığından bahseder. Evliya Çelebi, hastanenin musiki ile tedavi konusunu da şu şekilde anlatmıştır: " Merhum ve Mağfur Bayezid Veli Hazretleri Vakıfiyesinde, hastalara deva, dertlere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve defi seva olmak üzere 10 adet hanende ve sazende gulam (genç erkek) tayin etmiş ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemancı, biri musikarcı, biri santurcu, biri çengi, biri çeng santurcu, biri udçu olup, haftada 3 kez gelerek hastalara ve delilere musiki faslı ederler. Allah'ın emriyle, nicesi saz sesinden hoşlanır ve rahat ederler.


Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak makamları onlara mahsustur. Ama zengule makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makamlarda ruha gıda vardır." (8) Musiki ile tedavide de bilhassa neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak, zengule, buselik makamlarının çok iyi netice verdiğinden ve haftanın iki günü hastaneye bağlı eczaneden her isteyene bedava ilaç dağıtıldığından bahsetmektedir.(9)

Hastalara iyi gelen makamlar:

Rast makamı: Felce, epilepsiye iyi gelir.
Irak makamı: Afakana ve dar mizaca, çocuklarda menenjit
İsfahan makamı: Zihin açmaya, zekâyı artırmaya, anıları tazelemeye
Zirevkent makamı: Sırt ve eklem ağrılarına
Rehavi makamı: Baş ağrısına
Büzürk makamı: Ateşli hastalıklara, zihni temizlemeye, vesvese ve korkuyu uzaklaştırmaya Neva makamı: Kadın hastalıklarına
Zengube makamı: Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyni ilgilendiren hastalıklarda, mide ve karaciğer hastalıklarında faydalı.
Hicaz makamı: İdrar zorluğuna, cinsel yönden uyarılmaya
Buselik makamı: Kulunç ve kalça ağrısı, soğuk baş ağrısı ve çeşitli göz hastalıklarında faydalı. Uşşak makamı: Küçük çocukların kulağına güzel sesle okunursa, çocukların uykusunu getirmesi ve naz uykusunda dinlenmeye etkisi olup, yetişkin erkeklerde meydana gelen ayak ağrılarına faydalı.
Hüseyni makamı, çocukların karaciğer ve kalp hastalıklarında beden ısısını düşürmede, mide hararetinde ve ergin erkeklerde gizli humma ve 4 günde bir gelen ayak ağrılarına faydalı. (10)

Batıda Durum Nasıldı?

Müslüman hastanelerine benzer şekilde, yalnız hastalarla onların bakım ve tedavilerine mahsus müstakil hastane binaları, batıda ancak haçlı seferlerini takiben kuruldu. Akıl hastalarına İslâmî tarzda itina gösterilmesi istikametinde ilk mütereddit adımı ise, 1751'de İngiltere attı. XVIII. asrın sonlarında Fransa'da doktor Pinel, yaptığı mücadeleler sonunda zincirlere bağlı delilerin hapishanelerden azad edilip, doktorların ellerine tevdi olunmalarını sağladı.(11) Bilindiği gibi İslâm tıbbı, VIII. asırdan XVII. asra kadar Avrupa tıbbına hâkim olmuştur. Avrupa tıbbının çok geliştiği XVII. asırda bile Türk hastanelerini Avrupa seyyahları çok beğenmekte ve hayranlıkla anlatmaktadırlar. Zira kendi ülkelerindeki hastaneler henüz o derecede mükemmel değildi. XVII. asırda Osmanlı, hala Avrupa'ya ilaç ihraç etmektedir. Ve XVII. asra kadar Avrupa üniversitelerinde Arapça'dan çevrilmiş tıp kitapları okutuluyordu... 1596'da Dresden'de yapılan hastane için, Bursa'da Yıldırım Daru'ş-Şifası'nın planı esas alınmıştı. Türk kaplıcaları, mimarisi, musikisi, kıyafetleri, silahları taklit edilirken ve Türklerden aşı öğrenilirken, hastaneler de örnek alınıyordu. Türk hastanelerini Avrupa'dakilerden ayıran çok mühim bir özellik, Türk hastanelerinde din farkının gözetilmemesidir. Hiçbiri dinî müessese değildir. Avrupa'dakiler hepsi dinîdir ve çoğunda aynı mezhepten olmayanların tedavisi de mümkün değildir... Diğer bir ayrılık, Avrupa hastanelerinde hekim bulunmaması idi. İlk hekim Strasburg hastanesi’ne 1500 yılında tayin edilmiştir. Türk hastanelerinde ise, daima çeşitli branşlarda birkaç hekim bulunuyordu. Leipzig'de ilk hastane doktoru 1517'de, Paris'te ise 1536'da görülür... Diğer bir fark, Avrupa'da hastanelerin tıbbiyelerle ilgisinin olmaması, tıp okullarının tatbikat hastanelerinin bulunmaması idi.


Selçuklular devrinde olsun, Osmanlılar devrinde olsun, hastanelerin çoğu, tıp medreselerinin tatbikat hastaneleri idi. XVI. asırda Verona'da İbn Sina'nın eserlerini okutan bir profesörün, bir hastanede ilk defa klinik dersi vermesi, sansasyon olarak telakki edildi. Tıp talebesi, hastanede hasta göremiyordu. Türkiye'de ise tıp müderrisi, talebesi ile medreseye bağlı hastanede çalışıyor ve hastaları talebesine gösteriyordu.(12) Külliyenin Genel yapısı: Külliyenin kuruluş gayesi, Osmanlı Devletinin ikinci başkentini bir hastaneye kavuşturmaktı. Çok amaçlı olarak düşünülen külliyedeki diğer birimler ise hastane hizmetine doğrudan veya dolaylı olarak destek veren sosyal, kültürel ve dini kurumlardı. Külliye 4 yıl gibi çok kısa bir zamanda bitirilmişti. Bu sürenin kısa olması Osmanlı Devleti’nin ekonomik ve teknik gücünün seviyesini göstermesi açısından önemlidir. Külliye içindeki birimler şunlardır: Darüşşifa (Hastane) Tabhane (Misafir ve Dinlenme Evi) Tıp Medresesi ( Temel Tıp Bilimleri Fakültesi) Cami İmaret (Mutfak, Yemekhane ve Depo ) Köprü (Tunca Nehri Üzerinde) Hamam Değirmen ve Su Deposu Sıbyan Mektebi (İlkokul) Mehterhane ( Musiki Konservatuarı) Muvakkithane (Günün Saatlerini ve takvimi Bildiren Kuruluş) Günümüze kadar ulaşan bu birimlerden ilk 6 tanesi hala ayaktadır.

Sıbyan Mektebi, Mehterhane ve Muvakkithane külliyenin vakfiyesinde bulunmamakla birlikte sonradan eklenmiştir. Müze üç ana bölümden meydana gelmiştir. Birinci Avlu: İlk avlunun bulunduğu birinci bölümde geçmişte poliklinik odaları olarak kullanılan sütunlar yanındaki sıra odalarda, çeşitli sergiler yer almaktadır. Hizmet Odaları olarak kullanılan mutfak, çamaşırhane ve şurup hane gibi odalarda ise, külliyenin eski mutfağı canlandırılmıştır. Burada ayrıca eski Edirne fotoğrafları sergisi vardır. Aynı avluda geçmişte eczane ve ilaç depoları olarak kullanılan 2 geniş salonun birinde hekimliğin tarihini anlatan bir sergi bulunmakta, karşısındaki odada ise Edirne Valiliği'nin armağan ettiği Mimar Sinan Eserleri Sürekli Fotoğraf Sergisi yer almaktadır. İkinci Avlu: İkinci avluda küçük bir bahçe ve karşılıklı yer alan 4 oda vardır. Bu odalar geçmişte yönetici odaları olarak kullanılmıştır. Şu an ise 2 oda yine müze yöneticileri tarafından kullanılmaktadır. Karşısında ise Dr. Rıfat Osman ve Ord.Prof.Dr. Süheyl Ünver'e adanan 2 oda bulunmaktadır. Şifahane Bölümü: Üçüncü bölüm geçmişte hastaların yatırıldığı bölümdür. Burada 4 yazlık, 6 kışlık oda ve bir musiki sahnesi vardır. Ortadaki havuzun şadırvanından su akmaktadır. Geçmişte ruh hastalarının musiki, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildiği akustiği ile ünlü bu mekân İstanbul Ruh Hastalarını Readaptasyon Derneği tarafından dönemin atmosferine uygun manken ve ışık sistemi ile düzenlenmiştir. Bu bölümü gezen ziyaretçiler, son derece başarılı yapılmış mankenler, musiki ve şadırvandan akan su sesi ile geçmişteki tedavi ortamını bire bir yaşamaktadırlar. Medrese: Geçmişte tıp medresesi olarak kullanılan ve dönemin hekimlerinin yetiştirildiği ve Medrese-i Etiba adı verilen eğitim bölümü şu an Trakya Üniversitesi tarafından Çağdaş Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlenmiştir. Burada 18 öğrenci odası, bir dershane ve bunların açıldığı bir orta avlu vardır. Bu bölümde sağlık müzesi kadar ilgi çekmektedir. (13)

Kaynaklar:

1. Arslan Terzioğlu; Orta çağ İslâm-Türk Hastaneleri ve Avrupa'ya Tesirleri, Belleten, (1970), XXXIV/ 2. A. Süheyl Ünver; Selçuklu Tababeti,TTK, 1940. 3. Daha Fazla Bilgi için; Mehmet Şeker, İslâm'da Sosyal Yardımlaşma Müesseseleri, Ank. 1987. 4. Osman Turan; Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, 5. Osman Çetin; Anadolu'da İslâmiyet’in Yayılışı, İstanbul 1990. 6. Yılmaz Öztuna; Büyük Türkiye Tarihi, Xl/192. 7. http://www.trakya.edu.tr/kulliye/evliya_celebi.html (14.05.2007) 8. İ. Erol Kozak, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, İstanbul 1985. 9. http://www.ttb.org.tr/TD/TD47/darussifa.html (13.05.2007 ), Daha Fazla Bilgi için :Yrd. Doç. Dr. Ratip Kazancıgil; Edirne Sultan II. Beyazıt Külliyesi, 10. Sigrid Hunke; Avrupa'nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi, İstanbul, 1972. 11. Sabri Çap; İslam’da Sağlık Kurumları, Diyanet Avrupa, Sayı: 46 12. http://www.trakya.edu.tr/kulliye/genel_bilgi.html (12.05.2007)

SAYAÇ 52975 ziyaretçi (69657 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol